16 Kasım 2012 Cuma

Sonbahar...



Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar... 

Nazım Hikmet


Ne güzel değil mi sonbahar.. Ben baharları ayrı bir severim. Sonbahar, yaşlılığı, ölümü; ilkbahar doğumu ve gençliği, kıpır kıpırlığı hatırlatır. İnsan baharda farkeder hayatın evrelerini, yaz ve kış ise, artık iş işten geçti demenin lisanı halidir sanki...

Sonbahar, sararan yaprakların, dallardan ayrılma zamanı geldiğini gösteren işarettir. Öylece süzülüp inerler aşağıya yapraklar. Usulca.. Öylece yatarlar ağacın ayakları dibinde. Bir daha kavuşamayacak olmanın hüznünü, üzerine basan ayakların neticesi çıtırdayan sesleriyle hissettirirler, feryat ederler adeta. Yine de, kutsal bir görevi tamamlamış olarak göç ederler sanki, ilkbaharda kendilerinden arta kalan miras dna larının bir başka yaprakta vuku bulacağını bilip sevinir gibi...

Sonbaharda, sapsarı yapraklarla konuşmak ne güzeldir. Üzerine düşen çiğ taneleriyle ıslanır yaprağın yanakları. Hüznü ve mutluluğu aynı anda hissettirir sararan yapraklar...   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder